Yapay zekâya o kara gece, Sultan Süleyman’ın kalbinde hırs ve korku değil de başka bir his uyanmış olsaydı neler farklı olurdu diye sorduk.
Şehzade Mustafa’yı idam ettirmek yerine ona bir şans daha vermeye karar verseydi? Belki de Osmanlı tarihi bambaşka bir yöne kayacaktı…
Her şey nasıl başlamıştı?
6 Ağustos 1515’te, Kanuni Sultan Süleyman’ın Mahidevran Sultan’dan olan oğlu Şehzade Mustafa, doğduğu andan itibaren Osmanlı tahtının en güçlü varisi olarak kabul edilmişti. Genç yaşından beri var olan cesareti, liderlik yetenekleri ve askeri başarısıyla dikkat çekmiş; halk ve ordu tarafından sevilen bir figür hâline gelmişti.
Onun zamanla bu özellikleri, babası Kanuni üzerinde bir gölge gibi belirmeye başladı. Tahtın varisi olan Mustafa, sadece babasının değil; devlet içindeki birçok gücün de ilgisini çekiyordu. Ancak saraydaki entrikalar, Şehzade Mustafa’nın kaderini belirlemişti. Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan, kendi oğulları Selim ve Bayezid’in padişah olmasını arzuluyordu. Dolayısıyla Mustafa’nın varlığı, onun için büyük bir engeldi.
Hürrem Sultan, güçlü konumunu kullanarak Kanuni’nin en güvendiği isimlerden biri olan Sadrazam Rüstem Paşa ile bir plan hazırladı.
Rüstem Paşa, Şehzade Mustafa’nın babasına karşı bir isyan planladığına dair söylentiler yaymaya başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bu haberler karşısında derin bir üzüntü ve şüpheye kapıldı. Oğlu Mustafa’ya büyük bir sevgi beslese de tahtını ve imparatorluğunu tehlikeye atacak hiçbir duruma izin veremezdi.
İmparatorluğun en trajik olaylarından biri de bu sebeple yaşanmış olacaktı. 1553’te, Konya Ereğlisi yakınlarındaki ordunun karargahına davet edilen Şehzade Mustafa, burada babasının emriyle boğduruldu.
Peki ya bu kadar güçlü bir şehzade, devletin başına geçmiş olsaydı?
Şehzade Mustafa’nın babası tarafından affedildiğini ve tahtın varisi olarak ilan edildiğini hayal edelim. 1553’teki Konya seferi dönüşü, Şehzade, babasıyla İstanbul’a döner ve şehzadeliğine layık bir şekilde saraya yerleşir. Halk, Mustafa’nın affedildiğini öğrenince sokaklarda bayram eder. Genç şehzadenin adaleti, cesareti ve liderlik vasıfları artık herkesin dilindedir.
Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Mustafa’yı yanına alarak ona devlet yönetimi konusunda dersler vermeye başlar. Mustafa, babasından öğrendiklerini hızlıca özümser ve devlet işlerinde giderek daha fazla söz sahibi olur. Babasının gözünden düşmüş gibi görünen diğer şehzadeler ise bu durumu kabullenmek zorunda kalır; zira Mustafa’nın tahtın gerçek varisi olduğu artık açıktır.
Kanuni Sultan Süleyman, uzun bir saltanatın ardından vefat ettiğinde, Mustafa tüm ihtişamıyla tahta çıkar.
Sultan I. Mustafa olarak bilinen yeni padişah, derhal bir dizi reform başlatırdı. İlk icraatlarından biri, devleti saray entrikalarından ve haksız etkilerden arındırmak olurdu. Hürrem Sultan’ın gücü azalırken, Rüstem Paşa sadrazamlık makamından uzaklaştırılır; yerine, Mustafa’nın güvendiği bir devlet adamı atanırdı.
Mustafa, babasının kurduğu sağlam temeller üzerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nu daha da güçlendirmek için çalışır, imparatorluğun farklı bölgelerinde isyanlar bastırılır, ekonomi yeniden canlandırılır ve özellikle doğu sınırında İran’la barış görüşmeleri başlatılırdı.
Sultan Mustafa’nın hükümdarlığı, Osmanlı İmparatorluğu için âdeta ikinci bir altın çağ olabilirdi.
Onun adil yönetimi ve halkına olan yakınlığı, halkın ve askerlerin ona olan sevgisini daha da artırırdı. Mustafa, eğitim reformlarıyla imparatorluğun entelektüel seviyesini yükseltir; devlette liyakat esasına dayalı bir yönetim tarzı benimseyebilirdi. Tıpkı babasının döneminde olduğu gibi, Mustafa’nın döneminde de devlet, kültürel anlamda zirveye ulaşabilirdi.
Bu süreçte, Mustafa’nın kardeşleri de ona karşı bir tehdit oluşturmazdı. Zira Sultan Mustafa, kardeşlerini de devletin önemli noktalarına yerleştirir, onlarla barışçıl bir ilişki kurardı. Bu da taht kavgalarının sona ermesi için büyük bir adım olabilirdi.
Dış politikada ise Batı Avrupa ile ilişkiler güçlendirilirdi.
Habsburglar’la yapılan anlaşmalar sayesinde Batı’da barış ortamı sağlanır, doğu sınırında Safeviler’le yapılan barış antlaşmaları, Osmanlı Devleti’nin doğudaki gücünü pekiştirirdi.
Şehzade Mustafa, sadece savunma değil; aynı zamanda fetihlere de önem verir, Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığı güçlendirilirken Akdeniz’deki deniz üstünlüğü yeniden sağlanabilirdi. Mustafa’nın bu askeri zaferleri, onun liderlik yeteneklerini bir kez daha kanıtlayabilirdi.
Mustafa’nın idam edilmemesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini köklü bir şekilde değiştirebilir, daha uzun ömürlü ve daha güçlü bir imparatorluğun kapılarını açabilirdi. Ancak tarih, olasılıklarla değil, gerçeklerle yazılır. Şehzade Mustafa’nın trajik sonu da böylece Osmanlı’nın kaderinin bambaşka bir yöne evrilmesine neden oldu…
Ancak ölümünden sonra devlette yaşanan huzursuzluk, karışıklıklar, ayaklanmalar ve entrikalar, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına sebep olmuştu.
Mustafa yerine tahta geçen II. Selim, tarih boyunca “Sarhoş Selim” olarak anıldı. Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman gibi güçlü bir liderlik sergileyemedi, yönetimde de bir o kadar etkisiz kaldı. Halkın bir “kahraman” olarak gördüğü Şehzade Musfata’nın idamı, haksız bulunduğu için padişah ve saraya olan güvenin sarsılması da kaçınılmaz olmuştu.
Tüm bunlar doğal olarak devlette bir duraksama yaşanmasına sebep oldu. Kanuni Sultan Süleyman döneminde zirveye ulaşan sanat ve edebiyat, Mustafa’nın öldürülmesiyle birlikte düşüşe geçti, sarayda sanat ve edebiyat faaliyetleri azaldı. II. Selim döneminde, saray sanatçılarına olan ilgi ve destek azaldı; bu da Osmanlı sanatının gelişimini yavaşlattı.
Mustafa’nın ölümü, taht kavgalarını sertleştirirken hanedan üyelerinin birbirlerine olan güvensizliğine de yol açtı. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bu “güvensizlik” ve bir olamama duygusu ise yavaş yavaş devletin yozlaşmanın önünü açtı.